Milli Parklar Yasası’na tepkiler sürüyor
“Doğa koruma değil, sermaye birikiminin yeni aracı”
Munzur Koruma Kurulu Sözcüsü Hasan Şen, milli parklar ve koruma alanlarını yapılaşmaya açacak olan yasa teklifini değerlendirdi. Şen, “Ormanlar, meralar, dereler ve kutsal alanlar ‘kamu yararı’ bahanesiyle yatırım alanına dönüştürüldü” dedi.
TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’ndan geçen “Milli Parklar Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Teklifi”ne tepkiler devam ediyor. Türkiye genelinde 50 milli park ve yüzlerce tabiat parkını yapılaşmaya açacak olan yasayı, Munzur Koruma Kurulu Sözcüsü Hasan Şen değerlendirdi.
Yasanın “sermaye birikiminin yeni aracı” olduğunu vurgulayan Şen, şunları söyledi:
“Ülkemizde doğa koruma mevzuatı son yirmi yılda adım adım aşındırıldı. Şimdi TBMM Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’ndan geçen “Milli Parklar Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Teklifi”, bu sürecin en kapsamlı ve tehlikeli adımı olarak karşımızda duruyor. Teklif, milli park ve tabiat parklarını “kamu yararı” kisvesi altında turizm, enerji, madencilik ve altyapı yatırımlarına açmayı hedefliyor.
DOĞAYI KORUMA DEĞİL, SERMAYEYE AÇMA YASASI
Yasa teklifinin merkezinde “kamu yararı” kavramının keyfi biçimde kullanılması yatıyor. Uzun süredir bu kavram, özel şirketlerin doğa talanını meşrulaştıran bir perde işlevi görüyor. Ormanlar, meralar, dereler ve kutsal alanlar “kamu yararı” bahanesiyle yatırım alanına dönüştürüldü. Yeni yasa, bu uygulamayı yasal güvenceye kavuşturarak “koruma alanı” kavramının içini tamamen boşaltıyor.
Türkiye Ormancılar Derneği Başkanı Ahmet Hüsrev Özkara’nın ifadesiyle: “Bu yasa doğayı değil, sermayeyi koruyor.” Çünkü düzenleme, Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nün bilimsel planlama yetkilerini devre dışı bırakıyor; orman, ekoloji ve koruma uzmanlarının onayını aranmaksızın yatırım izni verilmesinin önünü açıyor. Böylece doğa, idari bir işlemle metalaştırılıyor.”
22 YILDA, 46 YILDA VERİLEN İZNİ ÜÇE KATLAMIŞLAR
AKP’nin iktidara gelmesiyle beraber 2002-2024 yılları arasında orman alanlarında izin ve irtifak hakkına konu edilen toplam alanın 650 bin hektarı aştığını söyleyen Şen, bu miktarın 1956-2002 arasında verilen izinlerin üç katı olduğunu belirtti.
Şen, sözlerine şöyle devam etti:
“Özellikle 2019 ve 2021 yıllarında Turizm Bakanlığı’na tahsis edilen orman alanlarındaki artış dikkat çekici: 2019’da 1.357 hektar, 2021’de 2.571 hektar alan turizm yatırımlarına devredildi. Bu tablo, “turizm” adı altında doğanın sistematik biçimde sermayeleştirildiğini kanıtlıyor. Bu durum yalnızca ormanların değil; su havzalarının, yaban hayatının ve yerel halkların kültürel yaşam alanlarının da yok oluş sürecine girdiğini gösteriyor.”
DOĞA KORUMA, İDARİ BİR FORMALİTEYE İNDİRGENİYOR
Milli park sisteminin bilimsel temeli, alanların “mutlak koruma, sınırlı kullanım ve tampon bölge” esasına dayandığını aktaran Şen, 2018’de çıkarılan 7139 sayılı yasa ile Cumhurbaşkanı’na, orman alanlarını orman statüsünden çıkarma yetkisi tanınmasından bu yana 30 kararnameyle 5 bin hektardan fazla alan koruma dışına çıkarıldığını söyledi. Şen, yeni yasayla Orman Genel Müdürlüğü’nün onay zorunluluğunun kaldırılmasıyla bu eğilimin kurumsallaştırıldığını, bağımsız ekolojik denetim olanağının ortadan kaldırıldığını vurguladı.
DERSİM VE MUNZUR VADİSİ: KUTSAL COĞRAFYADA YENİ TEHDİT
Yasanın Türkiye’nin tüm doğal alanlarını tehdit ettiğini, ancak Dersim gibi ekolojik ve kültürel bütünlüğü yüksek bölgelerde etkisi yıkıcı olacağını belirten Şen sözlerini şöyle sürdürdü:
“Munzur Vadisi Milli Parkı, hem biyolojik çeşitliliği hem de Alevi inanç sisteminde taşıdığı anlam nedeniyle eşsizdir. Teklifte geçen “turizm yatırımlarına açık alan” tanımı, Munzur Gözeleri, Mercan Vadisi, Halvori, Ana Fatma gibi kutsal mekânların çevresinde yapılaşma baskısını artıracaktır.
Zaten HES’ler, maden ruhsatları ve taş ocaklarıyla kuşatılmış olan Dersim coğrafyası, bu yasa ile koruma statüsünü tümüyle yitirme riskiyle karşı karşıya. Bu, yalnızca ekolojik değil, kültürel ve inançsal bir yıkım anlamına geliyor.
HALKIN ORTAK MİRASI, SERMAYENİN MÜLKÜ HALİNE GETİRİLİYOR
Milli parklar, toplumun ortak yaşam alanlarıdır; şirketlerin özel mülkiyetine devredilecek alanlar değil. Bu yasa, halkın nefes aldığı, su içtiği, yaşamını sürdürdüğü yerleri sermayeye tahsis etmektedir.
Gerçek kamu yararı, halkın sağlıklı çevrede yaşama hakkıdır; bu hak otellerde, golf sahalarında ya da enerji santrallerinde değil, yaşayan ormanlarda ve özgür akan derelerde hayat bulur.
DOĞAYI KORUMAK DİRENMEKTİR
Bu yasa teklifi, Ülkemizin doğa koruma sistemini fiilen ortadan kaldırmaktadır. Sermaye lehine atılan her adım, halkın yaşam hakkına yönelmiş bir saldırıdır. Bu nedenle doğa savunucuları, bilim insanları, yerel halklar ve ekoloji örgütleri bu sürece sessiz kalmamalıdır. Doğayı savunmak, yaşamı savunmaktır. Koruma alanlarını ticarileştiren bu yasa geri çekilmeli; doğa koruma politikaları bilimsel, katılımcı ve toplumsal yarar temelinde yeniden inşa edilmelidir. Munzur susmaz, doğa teslim olmaz!”












